Bir varmış bir yokmuş. Çok eski zamanlarda küçük bir kasabada yaşayan bir ayakkabıcı varmış. Ayakkabıcı, kasaba sakinlerinin eskiyen ayakkabılarını yeniler, bazen de isteyenler için yeni ayakkabılar yapar eşiyle birlikte yaşayıp gidermiş. Bu ayakkabıcının müşterileri arasında gezginler de varmış. Gezginleri bilirsiniz. Dünyanın en uzak yerlerine gider, kimsenin adını bile duymadığı yerleri gezerler. Bu gezginler bir yandan ayakkabılarını tamir ettirirken bir yandan da bizim ayakkabıcıya anlatırlarmış:
-bir keresinde dünyanın şurasına gittim. Hayatımda hiç görmediğim kadar güzel bir yerdi.
-en son gittiğim ülkenin eşi benzeri yeryüzünde yoktur.
-benim gittiğim gördüğüm yerdeki insanlar dünyanın en güzel en eğlenceli insanlarıdır.
Gel zaman git zaman bu hikâyeleri dinleye dinleye bizim ayakkabıcının hayaline de girmeye başlamış bu dünyanın bir ucundaki güzel ülkeler, güzel insanlar. En sonunda ayakkabıcının aklı çelinmiş. O uzak diyarlardaki güzel ülkeleri, mutlu insanları görmek için yola çıkmaya karar vermiş. Bir sabah evden çıkarken dükkânına gider gibi eşiyle vedalaşmış. Evden çıkıp dükkânına gitmiş. Son kez dükkânına bakıp yola revan olmuş. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş. Derken bir yol ayrımına geldiğinde yorulmuş.
-Biraz uyuyup dinlensem iyi olacak, demiş.
Önce ayakkabılarını çıkarıp hangi yoldan gideceğini şaşırmamak için gideceği yola doğru bırakmış ve olduğu yere uzanıp uykuya dalmış.
Bizim ayakkabıcı bir güzel uyuyup dinlenedursun, bu sırada oradan geçen bir adam yerde uyuyan ayakkabıcıyı görmüş, tabii yanına bıraktığı ayakkabılarını da. Ayakkabıları eline almış:
–Acaba bu ayakkabılar benim işime yarar mı- diye kendine sormuş. Ayakkabıları elinde evirmiş çevirmiş. Ama beğenmeyip rastgele bırakmış bir tarafa. Yoluna devam etmiş.
Aradan kaç saat geçti bilinmez bizim ayakkabıcı dinlenmiş bir şekilde uyanmış. Hemen ayakkabılarına bakmış. Ama ayakkabıları göremeyince biraz telaşlanmış. Ne de olsa sadece kendini taşıyacak değil gideceği yolu gösterecek olan da ayakkabılarıymış. Biraz daha sağa sola bakınınca ayakkabılarını görmüş ve rahatlamış:
-Galiba uyurken hareket ettim ki biraz uzağımda kalmış. Neyse ki gideceğim tarafa doğru bıraktım da gideceğim yönü biliyorum, demiş.
Ayakkabılarını giyip yeniden düşmüş yola. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş. En sonunda uzakta bir kasabanın belli belirsiz göründüğünü fark etmiş.
-İşte! Burası gezginlerin hep bahsettiği güzel yerlerden biri olmalı, diye düşünüp çok mutlu olmuş. Nihayet o uzak ülkelerdeki güzel şehirlerden birine gidiyorum, demiş.
İçi heyecanla dolmuş. Bir an önce bu güzel yere varmak için adımlarını hızlandırmış. İyice yaklaşınca buranın kendi yaşadığı kasabaya benzediğini fark etmiş. Yürümeye devam edip kasabaya girince buranın sokaklarının da kendi yaşadığı kasabanın sokaklarına benzediğini görmüş. Bizim ayakkabıcı şaşkınlık ve merakla kendi kendine düşünmüş:
– Acaba bu kasabanın sokakları benim yaşadığım kasabanın sokaklarına benziyorsa, benim dükkânıma benzeyen bir dükkân da var mıdır?
Bu merakla yürümüş. Kendine tanıdık gelen sokaklardan şaşkınlıkla geçmiş ve:
-İşte! Bu dükkân benim dükkânıma çok benziyor, demiş.
Dükkân kapalıymış, içinde de kimse yokmuş. Dükkânın camekânından içeri bakmış merakla.
-ne kadar güzel ayakkabılar. Belli ki dükkânın sahibi iyi bir ayakkabı ustası. Çeşit çeşit renk renk ayakkabılar yapmış, diye geçirmiş içinden.
Ama hala büyük bir şaşkınlık içindeymiş. Dükkânın önünden ayrılıp yürümeye devam etmiş. Sokaklar kendi kasabasının sokaklarına benzeyip, kendi dükkânına benzeyen dükkânı da görünce bizim ayakkabıcının içine yine kurt düşmüş ve yine aklına bir düşünce takılmış:
-Acaba burada benim yaşadığım kasabanın sokaklarına benzeyen sokaklar, benim dükkânıma benzeyen dükkân varsa benim evime benzeyen ev de var mıdır?
Bu merakla yürümüş.. yürümüş.. Derken önünden geçtiği bir evin kendi evine çok benzediğini fark etmiş. Önünde biraz bekleyip bakmış ve:
-ne kadar güzel bir ev, üstelik benim evime de çok benziyor, demiş.
Tabi bizim ayakkabıcı kendi evine benzeyen evi görür de öylece durur mu, gitmiş evin kapısını çalmış. Kapıyı dünyalar güzeli bir kadın açmış. Üstelik ayakkabıcıyı görünce o kadar mutlu olmuş ki hemen onu içeri davet etmiş. Güzelce ağırlamış. Ona çeşit çeşit yemekler yapmış.
Karnını doyurup mutlu olan ayakkabıcı içinden demiş ki:
-Ne kadar güzel bir kadın. Üstelik çok güzel yemekler yapıp ağırladı beni. En iyisi ben gidip bu kadına bir çiçek alayım da mutlu olsun.
Gitmiş en güzel çiçeklerden alıp kadına getirmiş. Ayakkabıcıyı elinde çiçeklerle gören kadın çok mutlu olmuş ve birbirlerine sarılıp sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı aktarana, biri eşinin biri de işinin kıymetini bilenlerin başına.